Minimalizm

Emine Bayhan
2 min readMar 1, 2021

LESS IS NOW

Pandemi süreciyle birlikte artan alışveriş çılgınlığı furyasına rağmen minimalist bir yaşam tarzı benimseyen insan sayısı hiç de azımsanacak bir sayıda değil. Aslında bu anlamda sade yaşam tarzı da popüler bir çizgide yer alıyor diyebiliriz. Zaten toplumsal yaşamda kontrast iki bakış açısı hep dengelenir.

Minimalizm; temelde bir yaşam felsefesi, kişisel bir motto. Bilinçli yapılan ve üzerine düşünülen bir tercih. Bazı şeylerden öz iradeyle feragat etmek de denilebilir. Kendimizi tatmin ederken bunu meta edinme yoluyla yapmamak, sadece ihtiyacımız olan şeylere sahip olmak. Pragmatist bir yaşam stilini benimsemek ifadesini kullansam çok da yanlış olmaz.

Minimalizmin sanata yansıması
Minimalist Art: Life, Death, Love, Hate, Pleasure, Pain — Bruce Nauman, 1983

Peki, minimalizm neden bu kadar popülerleşti? Blog yazılarında, podcastlerde, Youtube videolarında ya da kişisel gelişimcilerin söylemlerinde sık sık karşılaştığımız bir kavramdan söz ediyoruz. Geçen hafta Netflix’te ‘The Minimalists: Less Is Now’ isimli bir belgesel izledim, minimalizmin hayatımıza daha hakim olmasını özgürlük hissi, değişim, her şeye sahip olmamızın kolaylaşmasıyla paralel görüyorlardı.

Netflix

Belgeselde en çok dikkatimi çeken nokta, eşya bağımlılığımızın tamamen toplumda belirli bir imajı sürdürme ihtiyacımızdan kaynaklandığını ileri sürmesiydi. Her ne kadar kabullenmek istemesek de, genelimiz şekilciyiz ve bundan hoşlanıyoruz. Fakat bunu yaparken paramızı cidden ihtiyacımız olan şeylere değil de, sahip olmamız gerektiğini düşündüğümüz şeylere harcıyoruz. Bu düşünceyi bizim içselleştirmemizi sağlayanlar ise şirketler ve kâr amaçları. Reklamcılık sektörünün nöropazarlama gibi işe yarayan birçok metodu sayesinde, yaşadığımız yetersizlik ve değersizlik hissinin etkisiyle aslında sahip olduğumuz ve hayati önem teşkil etmeyen eşyalara para harcıyoruz.

Hele ki, mutluluğu herhangi bir eşyaya sahip olmakla paralel gören bir insansanız, size kötü bir haberim var; her istediğinizi elde edemeyecek ve mutsuz olmaya devam edeceksiniz. Çünkü mutluluk bir amaç değildir, önce bakış açınızı değiştirmelisiniz. Şu anda ve burada mutlu değilseniz sahip olduğunuz hiçbir şey sizi mutlu etmeyecek. İstediğiniz birçok şeye sahip olmanıza rağmen mutsuz ve boş hissediyorsanız eğer, bunun asıl nedeni hayattaki derinliği ve anlamı eşyalarda aramanızdır belki de.

Belgeselde dikkatimi çeken bir diğer konu ise anı kutularının bizim için vazgeçilmez bir nesne olmadığının vurgulanmasıydı. Nesneye duygusal bir anlam yükleyerek bazen çer çöpü bile muhafaza edip, evde yer kaplamasına neden oluyoruz. Rasyonel olarak baktığımızda, yaşadığımız anılar zaten belleğimize hapsolmuşken, çoğu zaman hatırımıza bile gelmeyen o kutuyu ve içindekileri saklamanın aslında çok da manası yok.

Bizim düşünmemiz gereken şey, hayat daha azıyla nasıl olabilir? Hepimiz özgür bireyler olarak hiçbir şeye bağımlı değiliz. Sahip olduğumuz şeylerin bir amacı olmalı. Bence; medyanın, şirketlerin, reklamların tüketim çılgınlığıyla bizi yönlendirmesindense biz kendi zihnimizde bir yol haritası çizerek, gerçekten anlamı olan şeylerden kendimizi mahrum bırakmamaya çalışmalıyız.

--

--